Gelişmezsen Ölürsün

23.10.2021 | Özge Soysal
gembaakademi.com

 

Gelişmezsen Ölürsün

Gelişmenin karşıt anlamlısı statüko değildir; ölümdür.

Eğer gelişmezseniz ölürsünüz. Mucize bir şekilde her şeyin olduğu gibi kalmasını sağlasanız bile değer öneriniz rekabetçi bir pazardaki sürekli değişen güçler nedeniyle bozulacaktır.

Gelişmeyi başlatan mucize, değişimdir.

Değişim sizi rahatlık alanınızdan çıkmaya, “tehlikeli ve ürkütücü şeyler yapmaya” zorlar.

Değişim, gelişme için fırsat yaratır. O halde değişime neden bu kadar karşı çıkarız?

Değişim gerçekleştiğinde neden ilk tepkimiz genellikle olduğumuz yere sıkı sıkı tutunmaktır?

Bazı insanlar bu şekilde tepki vermezler. Bu insanlar belirsizlik dönemlerinde hep kazanan stratejiler bulurlar. Değişimi bir tehdit, tehlikelerle dolu bir durum olarak değil; yeni olasılıklar içeren bir fırsat olarak görürler. Bu insanlar değişimden yararlanmayı bilir; değişim dönemlerinde ortaya çıkan yeni fırsatları kendileri için birer avantaja dönüştürürler. Bunu da kendilerine daha iyi sorular sorarak yaparlar.

“Neden başıma bunlar geliyor?” gibi olumsuzlukla başlayan moral bozucu sorular sormak yerine “Ne gibi olumlu adımlar atabilirim?” gibi güçlendirici sorular sorarlar.

“Mevcut durumun değişmesine ne gerek var? diye sormak yerine “Bu değişim neden gerekli?” sorusunu sorarlar. “Ne kaybedildi?” diye sormak yerine “Ne kazanıldı?” diye sorarlar. “Bu değişim bana nasıl bir zarar verecek?” yerine “Bu değişimden nasıl yararlanabilirim? diye sorarlar.

Burada aşılması gereken bazı engeller olduğu aşikardır. Kendimize yapıcı sorular sorarak bu engelleri aşabiliriz.

Engellerden ilki kuşkusuz Korkudur. Yeni şeyler hem eski alışkanlıkları hem de sıkı sıkıya bağlı olduğumuz inanışları tehdit eder. Kendimizi tehdit altında hissettiğimizde korku duyarız ve bu durum bizi fiziksel ve duygusal olarak olumsuz etkiler. Hele değişimin kişisel olarak bize yöneldiğini düşünürsek korkumuz daha da artar.

Şöyle ki; insanlar değişime karşı çıkmazlar aslında değiştirilmeye karşı çıkarlar.*

Kendinizi değişimin “kurbanı” gibi hissettiğiniz zaman perspektifiniz daralır, yalnızca kendinize yönelir. Bu değişimin yalnızca sizinle ilgili olduğunu düşünürsünüz. Böyle bir ruh hali içindeyken değişime vereceğiniz tepki de genellikle mantıksız olacaktır.

Ama korku, yönetilebilir bir duygudur. Mantık yürütme becerileri, olumlu iç konuşmalar ve aile ve arkadaşların yardımı gibi diğer destek sistemleri kullanılarak korkuya karşın hedefler gerçekleştirilebilir. Ya amacınızı düşünürsünüz ya da ölürsünüz. Bu yeni düşünce yapınızla korku buharlaşıp gider ve yeni bir enerji ile yeniliklere odaklanırsınız. Korkunun karşısında dimdik durmak ve değişimin önündeki bu ilk engeli aşmak için kendinize şu soruları sorun:

Değişime uyum sağlamama yardımcı olacak yeteneklerim, güçlü yönlerim ve katkılarım nelerdir? Nasıl bir değer katabilirim? Bir başkasına nasıl hizmet edebilirim?

Diğer bir engel ise “Ne olurdu?” oyunu. Durumlar değişmeye başladığında geriye dönüp bakmak ve “…ne olurdu?” şeklinde düşünceler üretmek için gereksiz yere zaman harcarsınız. O berbat kariyer hamlesini yapmasaydım ne olurdu? Diplomamı alsaydım ne olurdu? Daha iyi yatırımlar yapsaydım ne olurdu? Daha iyi bir anne ya da baba, daha iyi bir eş olsaydım ne olurdu? “Ne olurdu?” oyunu büyük bir ceza kutusuna benzer; oyuncuların ileriye doğru hareket etmelerini ve eyleme geçmelerini engeller. Bu oyunu oynamaya son vermek için zihninizi ileriye dönük, çözüme odaklı sorularla doldurun. Okula dönmek yaşamımda nasıl bir olumlu etki yapar? Önemli bir önceliğe daha fazla zaman ayırsam nasıl bir iyi sonuç elde ederim? Ne gibi kaynaklarım var? Yardım istemek için nereye başvurabilirim? Hangi konularda yardımcı olabilirim?

Etiket meselesi var bi’de…

Etiketler. Sonunda işten çıkarıldınız; artık şirketin başkan yardımcısı değilsiniz.

Sizin yaptığınız iş için şimdi dış kaynak kullanılıyor. Köşedeki odanız da gitti. Sekreteriniz de. Başınıza gelen bu olaylar nedeniyle kendinizi büyük bir bozguna uğramış hissediyorsunuz. Ama bir dakika: Siz, göreviniz değilsiniz. Köşedeki oda da, kartınızın üzerinde yazan unvan da, duvardaki plaketler de değilsiniz.

Bunlar yalnızca birer etiket. Tüm bunlara sahip olmadan önce hareketli, mutlu, üretken bir insandınız ve bu değişmedi. Hala işinize yarayacak becerilere ve deneyime sahipsiniz. Etiketleriniz sizi, ağaca bağlanmış bir köpek gibi kontrol altında tutar. Gerçeğinizi unvanlarınızın sayısıyla karıştırmanız çok kolaydır. Unvanlarınızı bir yana bırakın ve yaşamınızın CEO’su olun.

Kendinize şu soruları sorun:

Benim yetkinliklerim neler ve bir başkasına nasıl hizmet edebilirler?

Yaşamın hangi alanları benim için değerli; hangi konular için zaman harcamak istiyorum?

Var olan yeteneklerimi nasıl geliştirebilir ve başkalarına nasıl daha yararlı olabilirim?

Odaklanma eksikliği ise aklıma gelen son engel…

Değişim, tıpkı birden bire sallanan bir kar küresi gibi görüntüyü bulandırır.

Açık seçik bir hareket yolunun gerekli olduğu bellidir, ama sürekli değişen bilgiler ve çok sayıdaki değişken durumu karıştırarak çözümü adeta uzanamayacağımız mesafelere götürür. Değişim dönemlerinde bir eylem planının yapılması çok iyi bir strateji olmakla birlikte sıklıkla en iyi planlar bile kötü uygulamalarla boşa gider. Sorun, yeterince odaklanılmamasıdır.

Odaklanma; az sayıda konu üzerinde daha etkili olmak demektir.

Odaklanma olmadan uygulama olmaz. Değişim sürecinde ayakta kalanlar önemli hedeflerin gerçekleştirilmesi için önemli olmayan işlerde başarısız olmaya karar vermek gerektiğini bilirler. Şu sorular üzerinde düşünün:

Kazanma olasılığımı en üst düzeye çıkarmak için hangi konularda başarısız olacağım?

Hangi işlerin yapılması zorunlu?

Başarılı olmak için neleri mutlaka yapmam gerekiyor?

Yapmam gereken ilk iş ne?

Bu işi ne zaman yapmam gerekiyor?

Değişim gelip sizi bulduğunda kendinize soracağınız sorular, aradığınız yanıtlar kadar önemlidir. Bazı insanlar kendilerine “Benden ne olur ki?” sorusunu sorarlar.

Başarılı insanlar ise “Ne olacağım?” sorusunu.